Makaleler

Muris Muvazaasında İspat - Yargıtay Kararları Doğrultusunda Bir İnceleme

MUVAZAA

Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüm yaratmak hususunda anlaşmaları şeklinde meydana gelmektedir. Muvazaa, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 19. maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında; "Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.  Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nisbi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır. Mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar. Nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler ancak onu saklamak amacıyla bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmamasından kaynaklanmaktadır.

MURİS MUVAZAASI

Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf/vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Muris muvazaası kanunlarımızda düzenlenmemiş olmasına karşın kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de; esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve E:1974/1, K:1974/2 sayılı kararı oluşturmaktadır. 01.04.1974 tarihli ve E:1974/1, K:1974/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; "Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras payı ihlal edilen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun (Mülga) 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun (Mülga) 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına"  hükmedilmiştir.

Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Yargıtay içtihatları uyarınca muris muvazaası nitelendirmesi yapabilmek için miras bırakanın iradesinin tam olarak ortaya konulması ve miras bırakanın mirasçılarından “mal kaçırma kastının” olup olmadığının araştırılması gerekmektedir. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Daha açık bir anlatımla; 01.04.1974 tarihli ve E:1974/1, K:1974/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve E:1974/1, K:1974/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

MURİS MUVAZAASINDA İSPAT

Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 6. maddesindeki "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür" hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 190/1. maddesindeki "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir" hükmü uyarınca miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır. Diğer bir anlatımla muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir. Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.  Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Burada hemen belirtmek gerekir ki; muris muvazaasına ilişkin davalarda miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır.  

MURİS MUVAZAASININ İSPAT EDİLDİĞİ KARARLAR: 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarihli 11.02.2021 tarihli E:2017/1229 ve K:2021/72 numaralı kararında: 

“Diğer yandan, mirasbırakan ...'nin sosyal güvencesinin bulunduğu ve emekli maaşı aldığı, herhangi bir borcunun olmadığı, çok sayıda taşınmazın sahibi iken bunlardan üç ayrı taşınmazını (dört katlı betonarme bina ve arsa vasıflı taşınmazdaki 1/6 payını, 2720,04 m2 kargir dükkan ve arsa vasıflı taşınmazın tamamı ile 191,26 m2 büyüklüğündeki arsa payını) 2009 ile 2010 yılları içerisinde üçüncü kişilere sattığı, böyle olunca malvarlığı ve geliri bulunan murisin içinde oturduğu evini davalıya satmasını gerektirir makul bir sebebin ve ihtiyacının söz konusu olmadığı, davalı tarafından yapıldığı ileri sürülen ödemelere dair bir belge sunulmadığı gibi ölümünden önce dava konusu taşınmaz dışında çok sayıda taşınmazını satan murisin terekesinden para çıkmadığı, hatta kredi kartı borcunun bulunduğu, davalıya yapılan devirlerde gösterilen bedeller ile taşınmazın gerçek değeri arasında ise fahiş fark bulunduğu, ayrıca miras bırakanın davalı ile birlikte yaşamaya başladıktan sonra ilk eşinden olma çocukları ile arasının açıldığı dosya kapsamından anlaşılmakta olup, belirtilen tüm bu olgular bir bütün olarak değerlendirildiğinde; miras bırakanın ilk eşinden olma davacı mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla dava konusu taşınmazı bedelini almadan birlikte yaşadığı davalıya temlik ettiği, tapuda gösterilen satışın gerçek bir satış olmayıp, bağış amacıyla yapıldığı sonucuna varılmıştır.” 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 16.06.2010 tarihli E:2010/275 ve K:2010/327 numaralı kararında: 

“Yapılan açıklamaların ışığında somut olayın irdelenmesinde; mirasbırakan sağlığında dava konusu taşınmazları noterde düzenlenen miras taksim sözleşmesi ile davalılardan Osman A.’ya bırakmış iken sonraki tarihlerde tüm mal varlığını üçüncü kişilere satış yoluyla devretmiştir. Murisin dava dışı kişilere mal satımını gerektirecek bir ihtiyacının olmaması, davalıların satım sözleşmelerine konu taşınmazları alım güçlerinin bulunmaması, bir kısım davalıların satım işlemi tarihlerindeki yaşları ve tüm dosya kapsamı gözetildiğinde miras bırakanın asıl amacının miras sözleşmesi veya satış yapmak değil, kız çocuklarından mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak temlik işlemi gerçekleştirmek olduğunun kabulü gerekir.” 

TAŞINMAZIN RAYİÇ BEDEL ALTINDA DEVREDİLMESİNİN VE MURİSİN İNTİFA HAKKINI SAKLI TUTARAK DEVİR YAPMASININ MUVAZAA İSPATI İÇİN TEK BAŞINA YETERLİ OLMADIĞINA İLİŞKİN KARAR:

İlk derece mahkemesi tarafında; “Toplanan kanıtlara dosyadan oluşan kanaate göre de; mahkememizde ikame edilen davanın muris muvazaası iddiasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.  Murisin intifa hakkını üzerinde bırakarak satış suretiyle taşınmazın çıplak mülkiyetini davalıya 28.11.2006 tarihinde devrettiği ve satışın sembolik bir değer gösterilerek yapıldığı kayden ve dosya kapsamı ile sabit ise de, temlikteki murisin gerçek irade ve amacının ne olduğunu duraksamaya yer bırakmayacak biçimde açıklığa kavuşturulması çekişmenin giderilmesi bakımından önemlidir. Zira bedelsizlik muris muvazaasının varlığı için başlı başına bir neden değildir.  Murisin mirasçısından mal kaçırma gayesi ile mi temliki gerçekleştirdiği açıkça ortaya konulmalıdır. Hemen belirtilmelidir ki, TMK nun m 6 ve HMK m 190 gereğince iddia sahibi iddiasını ispatlamakla yükümlüdür. Mahkememizce dinlenen tanıkla taşınmazın edinmesi bakımından satış işleminin mevcut olduğunu veya bu hususta bilgi sahibi olmadıklarını, davalının babasının 1 yıl önce vefat etmiş olması nedeniyle alım gücüne sahip olabileceğini belirtmişler, fakat murisin temliki mal kaçırma gayesi ile gerçekleştirdiğinden hiç bahsetmemişlerdir.  Bilakis murisin davalıya devrettiği dairesi bakımından mal kaçırma gayesi ile hareket etmediğini, murisin sağlığında davacıya birçok kez maddi katkıda bulunduğunu bir daire satıp parasını davacıya verdiğini, murisin davacıdan mal kaçırma gibi bir maksadının bulunmadığını bildirmişlerdir. Kaldı ki, murisin davacıdan mal kaçırması için bir nedenin varlığı da ispat edilmiş değildir.  Murisin davacıya maddi katkıda bulunduğu ve bir daire satıp parasını verdiği tanık anlatımları ile sabittir. Böylece murisin makul ölçüler içerisinde hoşgörü ile karşılanabilecek şekilde mallarını paylaştırdığı saptanmıştır. Hatta davacının beyan ettiği üzere muris hayatını ölene dek davacının yanında onunla birlikte idame ettirmiştir. Bu husus da murisin davacıdan mal kaçırmak gibi bir amacının olmadığını göstermektedir. Tanık beyanları ile borç batağı içinde yaşadığı, muristen devamlı maddi yardım aldığı anlaşılan ve murisin ölümünden 3 hafta sonra iş bu davayı açmış bulunan davacının davalıya yapılmış olan temlikin kendisinden mal kaçırmak maksadını içerdiğini ispatlayamadığı anlaşılmıştır. Açıklanan sebeplerle murisin davacıdan mal kaçırmak gayesi ile hareket ettiği ispatlanamadığından muris muvazaasının şartlarının oluşmadığı anlaşılmış ve yerinde görülmeyen davanın reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 28.02.2019 tarihli, E:2016/6005, K:2019/1474 sayılı ilamı ile işbu kararı onamıştır; 

“Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle davacının iddiasını HMK 190, TMK 6. maddesi uyarınca usulünce kanıtlayamadığı gözetilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olduğuna göre; tarafların yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA”

İlk derece mahkemesi ve Yargıtay onama kararından da anlaşılacağı üzere; miras bırakanın intifa hakkı kendisinde kalmak üzere çıplak mülkiyet hakkını devretmesi ya da tapudaki satış bedelinin rayiçlerine göre düşük gösterilmesi muvazaanın varlığının ispatı açısından tek başına yeterli görülmemektedir. 

Yukarıda detayları açıklandığı üzere; murisin sağlığında malları üzerinde yaptığı tasarrufun muvazaalı olduğunu iddia eden taraf ispatla yükümlüdür. Muris muvazaasında miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tapuda gösterilen bedel ile rayiç bedel arasında fark olması, murisin intifa hakkını saklı tutarak devir yapması ya da altsoya devretmesi gibi hususlar tek başına yeterli değildir. Bu noktada muris muvazaası ve muris muvazaasının ispatının, uyuşmazlığın aile üyelerini kapsaması nedeniyle her olay nezdinde değişken olduğu hususuna dikkat çekmek gerekmektedir. Bu doğrultuda muris muvazaasına ilişkin hukuki işlem yapılmadan önce gelişen, değişen ve her olay nezdinde muris muvazaası konusu ile ilgili araştırmanın detaylıca yapılması gerektiği kanaatindeyiz.